TMMOB SANAYİ KONGRESİ 2019 SONUÇ BİLDİRİSİ

MMO 24 Aralık 2019, Salı

TMMOB SANAYİ KONGRESİ 2019 SONUÇ BİLDİRİSİ

TMMOB adına Makina Mühendisleri Odası (MMO) sekretaryalığında düzenlenen TMMOB Sanayi Kongresi 2019, 13-14 Aralık 2019 tarihlerinde Ankara‘da İMO Teoman Öztürk Konferans Salonu‘nda başarıyla gerçekleştirildi. 1962 yılından bu yana yapılan, 1987 yılından itibaren geleneksel olarak iki yılda bir düzenlenen sanayi kongrelerinin yirmi ikincisi “Bunalım, Sanayi ve Mühendisler” ana temasıyla düzenlendi.

Kongrede, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasi konjonktürün katmanlı bir bunalımı işaret ettiği ifade edilirken, bu bunalımın özelde sanayi ve mühendisler üzerindeki etkileri tüm boyutlarıyla tartışıldı. İki gün süren kongre, Prof. Dr. Korkut Boratav’ın Kapitalizmin Eğilimleri ve Gelecek başlıklı sunumu yaptığı açılış oturumu ile başladı. Dünyanın sınıf haritası, neoliberalizmin hakimiyeti, dünya emek piyasasındaki eğilimler, bu eğilimlere verilen tepkiler ve yol açtığı bölüşüm sonuçlarının siyasete yansıması bu oturumda ele alınan başlıca konular idi. “Bunalımdaki Türkiye” başlıklı oturumda Türkiye’deki egemen “büyüme” modelinin yol açtığı sorunlar, ekonominin yapısal sorunları, kriz dinamikleri, 2019 krizi ve 11. Kalkınma Planı irdelendi. “Türkiye’de Sanayinin Genel Görünümü oturumunda krizin tanımı, Türkiye’nin yakın dönem kriz güncesi ve 1998 sonrası ekonomi, büyüme, GSYH ile sanayinin sektörler bazında makro ve mikro analizlerine yer verildi, ülke karşılaştırmaları yapılarak dünden bugüne kapsamlı bir sanayi portresi ortaya çıkarıldı. Bu oturumu takiben TMMOB Tekstil Mühendisleri Odası ve TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan ilgili sektör raporları paylaşıldı.

İkinci günün ilk oturumunda, TMMOB adına Makina Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan ve Türkiye genelinde birçok sektörden mühendislerle anket çalışmasına dayanan “TMMOB Üye Profili Araştırması: Krizin Gölgesinde Mühendisler” isimli araştırmanın bulguları paylaşılırken, 2009 yılında yapılan “TMMOB Türkiye’de Mühendis-Mimar-Şehir Plancısı Profil Araştırması” ve daha önce MMO tarafından farklı kentlerde (Gebze, Ergene havzası, Gaziantep ve Konya) lokal olarak aynı yöntemle hazırlanan Oda raporları ile karşılaştırılması yapıldı. Daha sonra toplumcu iktisatçılarla yapılan söyleşileri içeren “İktisatçı”belgeselinin gösterimi yapıldı. Hızlanan teknolojik gelişmeler ve farklı alanlara yansımaları, Teknoloji ve Toplum başlıklı oturumda ele alınırken, ekonomik büyüme, sınıflar ve emek üzerinde teknolojinin etkileri son oturumda ele alındı.

Kongrede yapılan bazı saptamalar özet olarak aşağıda kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır.

Dünya ekonomisi topyekûn bir durgunluk aşamasından geçerken; bu durgunluk eşitsizliği sanayisizleşmeyi, yüksek işsizliği, yoksulluğu, sert kemer sıkma programlarını da beraberinde getiriyor. Bu süreçle birlikte kapitalizmin bu sorunlara yanıt verme kabiliyetinin kalmadığı açık bir şekilde görülüyor. Kapitalizmin bu yeni durgunluk evresi emperyalist işgal ve savaşlar ile ticaret yahut kur savaşları adı altında tehditlerin yükseldiği, devletler arası ilişki ve çelişkilerin yeniden belirlendiği bir döneme işaret ediyor. Kapitalizmin neoliberal döneminin tam tahakkümünün sonucu olarak dünya genelinde sınıf ve bölüşüm haritalarındaki görülen gelişmeler, oluşan büyük eşitsizlikler, üçüncü dünya tarımının ticarileşmesi, göçmen yığınlarının artışı ve finans kapitalin desteğini alan faşist iktidarlar söz konusudur. Mevcut dünya durumu köklü bir halkçı toplumcu değişim mi, çürüme ve çöküş mü sorusunu önümüze koymaktadır.

Özünde bir toplumsal ilişkiyi temsil eden sermaye ve teknoloji de bu koşullar altında şekillenmektedir. Sunduğu önemli katkılarla yaşamı kolaylaştıran bir etkisi olan teknolojik gelişme, kapitalist tahakküm altındaki koşullar dikkate alındığında dünyada dibe doğru bir yarışı ortaya koymaktadır. Günümüz kapitalizmi koşullarında gerçekleşen teknolojik gelişme, bugün işçilere, emekçilere denetimsizleştirilmiş, kuralsızlaştırılmış, düşük ücret ve soysal haklardan yoksun bir enformel çalışma yaşamı dayatmaktadır. Bu kapsamda, teknolojik ilerlemenin hız kazandığı günümüzde teknolojinin ekonomiyi, toplumları nasıl etkileyeceği tartışmasındaki anahtar konunun mülkiyet sorunsalı olduğu ve teknolojinin insanlık yararına kullanımının bir mücadele konusu olduğu unutulmamalıdır.

Önceki krizlerden ders alınmamışçasına finans ve imar rantlarına dayalı balonlaşma neredeyse tüm ekonomilerde yaygın bir şekilde yer almaya devam ederken, reel ekonomilerden kopuş gün geçtikçe hızlanıyor, aşılması zorlaşacak yeni bunalım ihtimallerini büyütüyor.

Ülkemizde de üretim alanlarının tahrip edildiği, dış tasarruflara dayalı, finansal spekülasyon ve şişirilmiş değerler sistemini baz alan inşaat ve rant odaklı büyüme stratejisi, her geçen gün ülkemizi sanayileşme olanaklarından uzaklaştırıyor.

Türkiye, makro ekonomik ve sosyal verilerden de izlenebileceği gibi bir bunalım süreci içindedir. Son 17 yıldır uygulanan sanayisiz, istihdamsız, ranta ve borçlanmaya dayalı, dışa bağımlılığı gittikçe pekiştiren ekonomi politikaları, bu bunalımın temel nedenleri arasındadır. İstihdamın niceliksel değişiminin yanında niteliksel olarak yaşanan bozulmaya, ekonomik ve sosyal haklarda ciddi bir gerileme ile yaygın işsizlik ve yoksulluk eşlik etmektedir. Bu gelişmelerle birlikte, aynı zamanda Türkiye ekonomisini kalkınmacı bir yola sürükleyecek istihdam potansiyeli de önemli ölçüde tahrip edilmiştir.

Ülkemizin kalkınmacı anlayıştan ve  planlama pratiğinden uzak yönetildiğinin bir göstergesi de 11. Kalkınma Planı ile 2019 yılına ait OVP, OVMP, Yıllık Program ve Bütçe gibi belgeler arasındaki bağın koparılmış olmasıdır. 11. Kalkınma Planı henüz ortada yokken 2019 Yılı Cumhurbaşkanlığı Programı yayımlanmış, OVP ve 2019 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu da 5018 Sayılı Kanun’u ihlal ederek 2018’de geçerliliği sona eren 10. Kalkınma Programı’nı referans göstermiştir. Mevzuata aykırı olarak 8 ay gecikmeli 11. Kalkınma Planı’nın yokluğu ortamında başta Plan ve Bütçe Komisyonu olmak üzere TBMM Komisyonlarına bu dönem boyunca havale edilen tüm yasal düzenlemeler hükümsüz hale gelmiştir. Kamu/toplum yararı ilkesini hiçe sayarak, katılımcılıktan uzak bir anlayışla hazırlanan ve piyasacı niteliği ağır basan bu “plan” özü itibariyle kalkınma paradigmasından yoksun, çevre sorunlarına ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine duyarsız, plansız, sahipsiz bir plan örneği olmuştur. Ayrıca planlama pratiğinde bir ilk yaşanmıştır. Plana yönelik hazırlanan özel ihtisas komisyonu raporları bu kez kamuoyu ve TBMM ile paylaşılmamıştır. Böylece ilk kez, bu raporların Planda yer alan politika, hedef ve stratejilerin belirlenmesine ne tür bir katkı sağladığı saptanamamıştır.

Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşları listesinin büyük bir bölümü özelleştirilen eski KİT’lerden, 1930’lu yıllardan itibaren devlet teşvikiyle kurulan sanayi kuruluşlarından ve dış yatırımcılardan oluşmaktadır. Bu listede AKP döneminde kurulan tek bir sanayi kuruluşu yoktur. Türkiye’nin en zengin insanları listesinin büyük bir çoğunluğu ise AKP döneminde yükselişe geçenlerden oluşmaktadır. Son 20 yılda ülkede sanayi yatırımları durmuş, tüm zenginlik hizmet, finans, inşaat ve gayrimenkul sektörlerine aktarılmıştır.

1970’li yıllarda yapılan kamu yatırımlarının yüzde 30’u sanayiye yönelikti. Neoliberal yönelimle 1980 sonrası kamunun sanayiye yatırımı neredeyse durduruldu. Kamu yatırımları ağırlıkla karayolu odaklı ulaştırma ve inşaat sektörlerine kaydırılırken sanayiye yapılan kamu yatırımlarının payı yüzde 1’in altına indi.

Sanayi sektörünün lokomotifi olan imalat sanayindeki gerileme sanayisizleşmenin göstergelerinden biridir. Bir diğer gösterge sınai yatırım yokluğu; bir diğeri de yakın tarihlere kadar ülke kalkınmasının temel direkleri olan kamu sanayi kuruluşlarının özelleştirilerek tasfiye edilmiş olmasıdır. Ara girdileri dışarıdan ithal etmeye dayalı politika dışa bağımlığa ve fason üretime dayalı, zayıflayan bir sanayi yapısı ortaya çıkarmaktadır.

Nominal USD üzerinden analiz yapıldığında, üretimin ithalata bağımlılığı 2003-2018 döneminde belirgin bir şekilde yükseldiği; ithalatta ara malı ve hammadde payının yüzde 68,0’den yüzde 72,2’ye yükseldiği görülmektedir. 1996-2002 döneminde 140 milyar USD açık veren hammadde/ara malları dış ticareti, 2003-2010 arasında 469 milyar USD’ye; 2011-2018 döneminde 740 milyar USD’ye; 2003-2018 genelinde toplam 1,2 trilyon USD’ye ulaşarak toplam dış ticaret açığının temel nedenini oluşturmuştur.

Üretim yönünden GSYH incelendiğinde tarım sektörünün payının 1998’deki yüzde 12,5 düzeyinden sürekli düşüş gösterdiği ve 2018’de yüzde 5,8’e; imalat sanayinin 1998’deki yüzde 22,3’lük düzeyden 2018’de yüzde 19,0’a gerilemiş olduğu ve payı belirgin bir şekilde artan sektörün inşaat sektörünün gösterdiği önemli büyüme oranları sayesinde hizmetler olduğu görülmektedir.

2003-2018 döneminin ortalama yıllık GSYH büyüme oranı yüzde 5,6 iken inşaat ortalama yıllık yüzde 9,5 oranında büyümüş; tarım yüzde 2,8 ve eğitim yüzde 4,7 yıllık ortalama büyüme ile ortalama yıllık GSYH büyümesinin altında kalmıştır.

Kriz dönemlerinde veya bir yıl sonrasında en fazla etkilenen sektörün tarım olduğu görülmekte; sanayi ve imalat sanayi genellikle daralma reaksiyonu göstermekte, inşaat da küçülmektedir. Fakat 2008-2009 sonrasında inşaatın yarattığı katma değer büyük artışlar göstermiş ve tarımın üzerine çıkmıştır.

Reel birim işgücü maliyetleri ve işçi başına ücret ödemelerinin işçi başına GSYH’ye oranı 1990’lı yılların başlarından itibaren sürekli düşüştedir. Sanayi istihdamı 2005-2019 döneminde dalgalı bir şekilde sürekli düşmektedir. Asgari ücretle çalışanların oranı özellikle 2009 sonrasında sürekli artmıştır. 14,5 milyon sigortalı işçinin üçte ikisi asgari ücret ya da yakın düzeyde ve toplam ücretlerin ancak yüzde 28,4 düzeyinde pay almaktadır. Emek verimliliği endeksi 1988’den itibaren sürekli artmış, ücret endeksi ise 1990’lı yılların başından itibaren sürekli düşüş göstermiş ve verimlilik endeksinin ancak yarısı düzeyinde kalmıştır.

İmalat sanayinde 2009-2018 döneminde üretim endeksi yüzde 95 artış gösterirken, çalışılan saat başına emek verimliliği endeksi yüzde 34, çalışılan saat başına reel ücret endeksi ise yüzde 33 artmıştır. Dönem genelinde reel ücret artışının üretim endeksi artışının çok altında kalması yanı sıra emek verimliliği endeksinin de altında kaldığı görülmektedir. İmalat sanayinde işçi ücretleri kendi yarattığı verimlilik kadar (hatta dönem genelinde çoğunlukla onun da altında) bir reel artış göstermiş ve ücretler aleyhine bir bölüşüm sorununu işaret etmiştir.

Ekim 2018’de başlayan ekonomik krizin nicel olarak sonlandığı iktidar çevreleri tarafından ve resmi kurumlarca ifade edilmektedir. Milli gelir ve enflasyon hesaplama yöntemleri başta olmak üzere şeffaflıktan uzak olan iktidarın krizin atlatılmasında devletin nihaî tüketim harcamalarını, üretim yönünde ise esasen inşaat yatırımlarını ve özellikle “kullananın bedelini ödeyeceği, yeterince kullanılmazsa bedelini devletin ödeyeceği” Kamu Özel İşbirliği kapsamında havalimanları, otoyol, köprü ve şehir hastaneleri gibi büyük altyapı projelerine ağırlık verdiği görülmektedir. Oysa sadece milli gelir büyümesi bile, kendisine eşlik etmeyen istihdam ve sanayi üretimi verileri ile krizin aşılamadığını ortaya koymaktadır. Bu haliyle ekonominin durumu, uzun erimli bir toplumsal bunalıma işaret etmektedir.

Mühendisliğin ve meslektaşlarımızın geçirdiği değişim de bu sürece eşlik etmektedir. Mühendisliğin işlev ve iradesi sınai ve kırsal kalkınma paradigmasından koparılarak en aza indirilmiş; itibarsızlaştırma, değersizleştirme egemen politika olmuştur. Bugün mühendisliği, sanayileşmeyi, kalkınmayı dışlayan; doğal ve kültürel varlıklar üzerinden sermaye birikimini iktidar çevresine yönlendiren rant sistemi ve yoğun sömürüye dayalı çalışma rejimi tüm emekçiler gibi meslektaşlarımızı esnek-güvencesiz çalışma koşullarına mahkum etmekte, işsiz bırakmakta veya meslek dışı alanlarda çalışmaya yöneltmektedir.

2019 yılının ikinci yarısında yapılarak kongremize sunulan TMMOB Üye Profili Araştırması: Krizin Gölgesinde Mühendisler adlı çalışmanın işaret ettiği üzere her iki mühendisten biri, mühendis asgari ücretinin altında çalışmakta; kriz nedeniyle ücret düşürme bütün bölgelerde yaşanmakta; her üç mühendisten ikisi kriz nedeniyle sosyal faaliyetlerini azaltmak zorunda kalmaktadır. Her iki mühendisten biri borçludur. Çalışan mühendislerin yüzde 54’ü değişik zaman aralıklarında işsiz kalmış; mühendislerin neredeyse yarısının kendisi veya birinci derece yakınları kriz nedeniyle işini kaybetmiştir. Düşük ücretli mühendislerin çalıştıkları fabrikalarda işten çıkarmalar daha yoğundur. Meslek dışı alanlarda çalışma yaygındır. İşiyle ilgili güvence-gelecek kaygısı duyan meslektaşlarımızın oranı yüzde 62,5’tir.

Resmi verilere göre toplam 7 milyon 676 bin yüksekokul mezunu işgücünün 1 milyon 162 bini mühendis-mimardır. Yüksekokul mezunu işsizliği 951 bin kişidir ve bunun 130 bini (yüzde 13,66’sı) mühendis-mimar meslektaşlarımızdır.

Oysa mevcut tablonun aksine sanayileşme ve kalkınma köklü bir toplumsal dönüşümü ifade eder. Sanayileşme ve kalkınmanın bütünsel birliği istihdam ve toplumsal refah sorunu ile birlikte eğitim, barınma, ulaşım, sağlık, gıda, hukuk ve çevre sorunlarını da çözmeyi hedefler. Bu nedenle atılması gereken öncelikli adımları şöyle sıralamak mümkündür:

  • Emperyalizme ve dış girdilere bağımlı; neoliberal, rantçı, usulsüzlükler ve yolsuzluklar üzerine oturtulmuş ekonomi reddedilmeli, cumhuriyetin ilerici kazanımlarını benimseyen, laiklik ve hukukun üstünlüğünü temel alan, eşitlikçi, özgürlükçü, adil ve demokratik bir rejim inşa edilmelidir.

  • Ekonominin ve toplumsal yaşamın bütününde kamusal üretim, hizmet ve denetim perspektifi hızla benimsenmelidir.

  • Planlı kalkınma yaklaşımının benimsendiği, tam istihdam ve toplumsal refah odaklı üretken bir ekonomik model oluşturulmalıdır. Üretimin ithal bağımlılığını azaltacak ve ulusal katma değer zincirini kesintisiz sürdürmeyi sağlayacak akıl ve bilim temelli bir üretim/sanayi plânlamasına ihtiyaç vardır.

  • Doğru bir ekonomik modelin oluşturulmasının yolu başta ekonomik durumun doğru analiz edilebilmesinden, doğru tespitin ve teşhisin yapılabilmesinden geçmektedir. Bunun için gerçeğe en yakın verilere ulaşmayı amaç edinen bir hesaplama sistemini, şeffaf bir anlayışla kamuoyu ile paylaşmayı görev edinen bağımsız bir kuruma ihtiyaç vardır.

  • Türkiye’nin toplumsal gereksinimlerini ve kamu girişimciliğini temel alan sabit yatırımlar desteklenmeli, ulusal tasarruf oranları yükseltilmelidir. Yüksek ve orta-yüksek teknolojili üretim esas alınmalıdır.

  • Doğanın, kültürel varlıkların korunmasını içeren bir modelin inşa edilmesi, bu modelde karbon salınımlarının en aza indirilmesini amaçlayan mühendislik faaliyetlerinin içerilmesi amaçlanmalıdır.

  • Türkiye kişi başına milli gelirinin (2015’de 10,949, 2018’de 9,693 USD) karşılaştırılan OECD dahil 36 ülke ortalamasının (2015’de 28,464 USD) çok altında kaldığı ve istihdam, tarımdan gelir elde eden kişi sayısı, ülke nüfusunun artış hızı, düşük gelir düzeylerinde temel ihtiyaç olan beslenme giderleri payının yüksekliği, tarım ürünlerinin arz yetersizliği nedeniyle yükselen fiyatının geniş halk kesimlerini etkileyen enflasyonist baskısı vb. faktörler dikkate alındığında, tarım sektörünün hasılasının artırılması gerekliliği ortadadır. Yalnızca gıda arzı yeterliliği ve güvenliği açısından değil, tarımsal girdi kullanan ve ülke ekonomisinde önemli bir ağırlığa sahip olan imalat sanayi sektörlerinin (gıda, içecek, deri mamulleri, tekstil gibi) girdi ihtiyacını temin etmek açısından da kişi başı tarımsal hasılanın artırılması ve tarım sektörüne kamusal bir bakış açısıyla önem ve destek verilmesi gereklidir.

  • Toplumsal gelişme ve refah için gelirin adil paylaşımı sağlanmalıdır. Bu nedenle sanayinin kesintisiz olarak gelişmesi ve yüksek katma değer üretmesi önemlidir.

  • Mevcut Ar-Ge teşviklerinin, ulusal kaynakların (mali ve yetişmiş insan boyutlarıyla) yerli ve yabancı uluslararası tekellere “Ar-Ge Desteği” kaleminden kaynak aktarım aracı olarak kullanımı dışında başka bir anlamı bulunmamaktadır. Genel bir sanayileşme stratejisi ve planına dayanan, etkinliği/verimliliği belirgin, toplumsal yarar ölçütlerine göre oluşturulmuş bir planın önceliklerine göre ölçülebilen bir Ar-Ge stratejisi oluşturulmalıdır. Bu strateji, yerli yeni teknolojilerin geliştirilmesini, kamusal bir merkezi plan çerçevesinde ve içinde yaşanılan topluma hizmeti esas alacak kamusal Ar-Ge kuruluşları aracılığıyla hayata geçirilmelidir.

  • Tüm bunların yanında, bölgesel dengesizliklerin kaldırılmasına dönük, istihdam odaklı sektörlerin geliştirilmesini içeren, teknoloji yoğun ürünlerin imalattaki paylarının artırılmasını amaçlayan politikalar egemen olmalıdır.

  • Taşeronlaşma kaldırılmalı, güvenceli çalışma ortamı sağlanmalı, ücretler insan onuruna yakışır bir seviyeye getirilmeli; kıdem tazminatları güvenceye alınmalıdır.

  • Bir ülkenin kalkınabilmesinin temel taşı, bilimsel, özgür, laik ve demokratik bir eğitim ile yoğrulmuş gençliğidir. İlköğretimden üniversiteye bilimi müfredattan silen, eğitimi gericileştirip siyasallaştıran, akademik özgürlüğü ortadan kaldıran çağ dışı anlayışa son verilmeli, bilimsel, laik ve demokratik bir eğitim egemen olmalıdır.

  • Üniversitelerde verilen mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı eğitimi, değişen ve gelişen teknolojilere uygun hale getirilmeli, üniversitelerdeki ilgili bölümlerin sayısı ülke ve ilgili sektör ihtiyaçları doğrultusunda planlı olarak yeniden ele alınmalıdır.

  • Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çözülemediği hiçbir ülke demokratikleşemez. Bugün eğitimi ve kadınları merkeze alan bir gericileşme toplumun tüm alanlarını kuşatmaktadır. Bu kuşatmayı kaldırmak toplumumuzun öncelikli görevi ve sorumluluğu olmalıdır.

Kamu/toplum yararına planlama, istihdam odaklı, öncelikli sektörlerde bölgesel kalkınmaya yönelik sanayileşmenin gerçekleşebilmesi; demokrasinin ilke ve kurumlarıyla egemen olduğu, temel haklar ve özgürlüklerin bütün boyutları ile uygulandığı, toplumsal barışın sağlandığı bir ortamın oluşturulması ile olanaklıdır. Demokrasi ve kalkınmanın, bütünleşik ve birbirini geliştiren olgular olduğu bilinmelidir.

Bizler mühendis, mimar, şehir plancıları olarak, birliğimiz TMMOB‘nin geleneksel antiemperyalist, demokrat, kamucu-toplumcu, halktan ve emekten yana çizgisi doğrultusunda, yukarıda genel hatları çizilen planlı kalkınma ve sanayileşme amacı yanında, özgürlükçü, demokratik, barış içinde bir arada yaşamı esas alan başka bir Türkiye ve başka bir dünya için mücadelemizi sürdüreceğimizi, TMMOB Sanayi Kongresi 2019 dolayısıyla bir kez daha kamuoyuna açıklarız.

TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ-TMMOB