TMMOB SEÇİM BİLDİRGESİ YAYIMLANDI

MMO 3 Mayıs 2023, Çarşamba

14 Mayıs 2023 tarihinde gerçekleştirilecek olan Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri'ne yönelik birliğimizin görüş ve önerilerini içeren TMMOB Seçim Bildirgesi (Mayıs 2023) yayımlandı.

ÜLKEMİZİN GÜZEL GELECEĞİ VE UMUTLU YARINLARIMIZ İÇİN

TÜM ÜYELERİMİZİ OY KULLANMAYA, OYLARINA SAHİP ÇIKMAYA ÇAĞIRIYORUZ

Cumhuriyetin yüzüncü yılında Cumhuriyet tarihimizin en önemli seçimlerinden birisi olan Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri 14 Mayıs 2023’te yapılacak. Seçimlere, ülke tarihimizin en büyük felaketlerinden birisi olan 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremleri’nin acısını duyumsayarak giriyoruz.

15 milyon kişinin yaşadığı 11 ilimizi etkileyen depremlerde resmi rakamlara göre 50 bine yakın yurttaşımız yaşamını yitirdi. On binlerce binanın yıkıldığı depremin gerçek bilançosu henüz ortaya çıkarılabilmiş değil.

Depremin yarattığı yıkımın ve kayıplarımızın büyüklüğü ülkemizin, kentlerimizin, binalarımızın hatta halkımızın depreme hazırlıklı olmadığını bir kez daha, çok acı biçimde yüzümüze vurdu. Kayıplarımızı ve acımızı daha da büyütense deprem sonrasında arama- kurtarma ve yardım konularında yaşanan organizasyonluk, koordinasyonsuzluk ve zafiyetler oldu.

Deprem ve sonrasında yaşananlar, 21 yıldır ülkeyi yöneten iktidar partisinin ülkemizin afetlere hazırlanması, halkımızın can ve mal güvenliğinin sağlanması, yurttaşlarımızın huzur içinde yaşayabilmesi için hiçbir görev ve sorumluluğunu yerine getirmediğini açık biçimde ortaya koymaktadır.

Tek adam rejimi altında devlet kurumlarının yaşadığı çürüme, idarecilerin liyakatsizliği, yönetim anlayışındaki yozlaşma, depremle birlikte iyot gibi açığa çıkmış, bu dejenerasyon on binlerce kişinin yaşamını yitirmesine neden olmuştur. Siyasi iktidarın öncelikleri ile halkın gereksinimleri arasındaki uçurum, sermaye kesimlerinin talepleri ile bilimsel gerçekler arasındaki çelişki, rant politikaları ile kamucu tavır arasındaki ayrım, tüm ülkemizin geleceğini tehdit eder hale gelmiştir.

Yaşadığımız bu büyük doğa olayını felakete çeviren iktidar etkinlikleri, seçimleri eskisinden çok daha önemli, çok daha yaşamsal kılmaktadır. Bu seçimlerde yalnızca önümüzdeki beş yıl boyunca ülkemizi yönetecek cumhurbaşkanı için değil, aynı zamanda ülkemizin güvenli yarınları, çocuklarımızın umutlu geleceği için oy vereceğiz.

Ülkemizi bitmeyen krizlere sürükleyen tek adam rejiminin geleceğimizi elimizden alma çabasına karşı, Cumhuriyetimizi eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, laik temeller üzerinde yeniden inşa edebilme umudu için oy vereceğiz.

Toplumumuzu kuşatan karanlığa karşı aydınlıktan, savaşa karşı barıştan, dinci gericiliğe karşı laiklikten, faşizme karşı özgürlüklerden, ırkçılığa karşı eşitlikten, linç kültürüne karşı bir arada yaşamdan, rant ve sömürüye karşı emekten, yağma düzenine karşı kamusallıktan, emperyalizme karşı bağımsızlıktan ve elbette ölüme karşı hayattan yana bir ülke için oy vereceğiz.

Ülkemizin güzel geleceği, umutlu yarınlarımız için oy vereceğiz!

Tüm üyelerimizi ve yurttaşlarımızı, 14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri’nde oy kullanmaya, oylarına, sandıklara ve demokrasiye sahip çıkmaya çağırıyoruz.

 

BÖLÜM 1 NASIL BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ?

Ülke olarak ekonomiden siyasete, dış politikadan güvenliğe, kamu yönetiminden adalete, kentleşmeden çevreye, tarımdan gıdaya, sağlıktan eğitime kadar her alanda büyük sorunlarla yüz yüzeyiz. Demokrasinin yerine tek adam yönetiminin, laikliğin yerine gericiliğin, sosyal devlet anlayışı yerine tarikat-cemaat ilişkilerinin ve hukukun üstünlüğü yerine parti devleti anlayışının egemen olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Kamu kurumları birer parti organı gibi çalışıyor, halkın yaşam tarzı kamu otoritesinin baskısı altında tutuluyor, devletin tüm organları içten içe çürüyor. Tüm bunların temelinde, yirmi yılı aşkın zamandır iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) uyguladığı politikalar yatıyor.

AKP, yirmi yıllık iktidar dönemi boyunca, küresel emperyalist güç merkezlerinin güdümünde, sermayenin çıkarları doğrultusunda emek ve toplum düşmanı bir siyasal programın sadık uygulayıcısı oldu. Özelleştirme uygulamalarından sermayeye tanınan kolaylıklara, bölgesel ilişkilerden göçmen politikalarına kadar her alanda küresel kapitalist ilişkiler içinde kendisine tanımlanan sınırlar çerçevesinde hareket etti.

İktidar, bu sadakatin karşılığını uzun yıllar boyunca ekonomik ve siyasi destek olarak arkasında buldu. Bu destek, iktidarı hemen her konuda radikal adımlar atmakta cesaretlendirdi ve pervasızlaştırdı. İktidar partisi lideri Recep Tayip Erdoğan’ın bu yönetim tarzı, neoliberalizmin 2000’li yıllar sonrası benimsediği ve uzun süredir dünya çapında egemen olan güvenlikçi, baskıcı, otoriter çizgisiyle örtüştü. Ülkemizde tek adam rejimi, küresel emperyalist ilişkilerle uyum içinde ve bu uyum sayesinde ortaya çıktı. Bugün tek adam rejiminin karşı karşıya olduğu kriz, sırtını dayadığı kapitalist merkezlerin yaşadığı krizden bağımsız değildir.

BUGÜNLERE NASIL GELDİK?

İktidar dönemi boyunca, merkez kapitalist ülkelerdeki parasal genişleme politikalarının yarattığı finansal olanakları sanayileşme, teknolojik gelişme ve üretim yerine rant projelerine yönlendirerek kendi yandaşlarını zenginleştiren AKP’nin bu tercihi ülkemizi içinden çıkılmaz bir krize sürüklemiştir. Dış kaynaklı sıcak para akışına dayalı ekonominin sürdürülemez hale gelmesiyle yükselen kurlar, yalnızca halkın alım gücünü düşürmekle kalmamış, tarihte eşine az rastlanır bir kitlesel yoksullaşmanın yaşanmasına neden olmuştur. Bugün ülkemizde emeğiyle geçinen geniş nüfus kesimleri en temel gereksinimlerine bile erişemez duruma geldi. Hepimizin yaşam biçimi eskiye döndürülmesi güç biçimde değişti.

Bu dönem boyunca, başta hazine birikimleri olmak üzere, ülkemizin tüm varsıllıkları siyasal iktidarın ihtiyaçları ve öncelikleri doğrultusunda çarçur edildi. Kamu elindeki fabrikalar birer birer yok pahasına satıldı. Ülkemizde ne kadar kamu girişimi ve işletmesi varsa hepsinin birikimleri Varlık Fonuna aktarılarak tüketildi. Devlet, toplumun yüz yüze kaldığı doğal afetlerle mücadele edebilecek yetenek ve olanaklardan bile yoksun hale geldi.

Bilimsel gerçekler ve toplumsal gereksinimler göz önünde bulundurulmadan, tamamıyla rant ve sömürü anlayışıyla gerçekleştirilen projelerle kıyılarımız, ormanlarımız, denizlerimiz, vadilerimiz, derelerimiz, tarım alanlarımız yağmalandı.

Dış politikada izlenen müdahaleci, saldırgan politikalar nedeniyle tüm komşularımızla ilişkilerimiz bozulurken dünyanın farklı coğrafyalarındaki çatışmaların tarafı olunarak ülkemiz sürekli bir savaş durumu içinde tutuldu. Kimsenin kimseye güvenmediği, herkesin birbirine kuşkuyla yaklaştığı, korkuyla dolu bir toplum haline geldik. Başta meslek örgütleri olmak üzere barıştan, kardeşlikten yana tutum alan tüm kurum ve kişiler düşmanlaştırılarak hedef gösterildi.

Kadın mücadelesinin en önemli kazanımlarından birisi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararıyla kadınlara ve dezavantajlı gruplara yönelik şiddetin cezasızlığının önü açıldı. Siyasi iktidar kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen tüm kişi, kurum ve gruplara nefretle saldırarak korku ve şiddeti toplumsal yaşama egemen hale getirdi.

TEK ADAM REJİMİ

Mevcut haliyle ülkemizdeki tek adam rejimi, 20 yıllık AKP iktidarının başarı hikâyesi değil, yönetim krizinin ürünüdür. 20 yıldır uyguladığı politikalarla ekonomiden siyasete, toplumsal yaşamdan uluslararası ilişkilere kadar her alanda derin krizler yaratan AKP iktidarının, normal koşullar altında ülkeyi yönetme olanağı kalmamıştır. AKP’nin kendi iktidarını koruyabilmek için dayattığı tek adam rejimi, baskı ve zora dayalı tüm rejimler gibi bir tür kriz ve olağanüstü hal rejimidir.

Parlamentonun etkisizleştirilerek halk iradesinin görmezden gelinmesi, güçler ayrılığının ortadan kaldırılarak denge-fren mekanizmalarının yok edilmesi, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılarak hukukun üstünlüğü anlayışının bitirilmesi, mevcut rejimi sürdürülemez kılmaktadır. Rejimin istikrarsızlığı, AKP’yi ülke içinde ve dışında daha saldırgan politikalar izlemeye itmektedir. Bir yandan polis şiddeti ve hukuk kullanılarak toplumsal muhalefet baskı altına alınırken diğer yandan da dışlayıcı-kamplaştırıcı politikalarla toplum saflaştırılmaktadır.

Devletin tüm organları, toplumsal muhalefeti baskı altında tutabilmek için kullanılmaktadır. Birbiri ardına açılan siyasi davalarla, kamuoyunda öne çıkan kişilere verilen cezalarla toplumun dinamik kesimleri kriminalize edilerek cezaevi tehdidi ile yüz yüze tutulmaktadır. Medya sansürlenmekte, siyasetçiler-gazeteciler-muhalifler tutuklanmakta, sosyal medya gözetim altına alınmakta, toplum baskı ve şiddet cenderesinde yaşamaya zorlanmaktadır.

Türkiye artık, toplumun barış içinde bir arada yaşamasının kurallarını belirleyen Anayasa’nın, hukukun evrensel ilkelerinin, AİHM kararlarının yok sayıldığı, tümüyle “Tek Adam”ın buyruklarıyla yönetilen bir ülke haline gelmiştir. Mahkemeler adaleti tesis etmek için değil, iktidarı mutlu etmek için karar vermektedir.

AKP, toplumun geniş kesimleri üzerindeki hegemonyasını yitirdikçe kendi dar sınıf çıkarları doğrultusunda politikalar yürüten, kendi siyasal çatışmalarının esiri haline gelmiş bir parti haline dönüştü. Halkın ekonomik, demokratik, özgürlük temelli talepleri polis şiddetiyle bastırılırken AKP’nin sırtını dayadığı milliyetçi-muhafazakâr ittifakın dayatmaları, ülkenin en önemli öncelikleriymiş gibi davranılıyor.

İktidarın toplum karşıtı politikalarına karşı çıkan tüm kesimler açık biçimde hedef gösterilmekte, yandaş basın ve sosyal medya tarafından çirkin biçimde karalanmakta, mahkemeler tarafından hukuksuz biçimde tutuklanmaktadır. Aralarında TMMOB Yönetim Kurulu Üyemiz Mücella Yapıcı, Şehir Plancıları Odamızın İstanbul Şubesi’nin eski başkanı Tayfun Kahraman ve Mimarlar Odamızın Hukuk Müşaviri Can Atalay’ın da bulunduğu Gezi Davası sanıkları hakkında yürütülen karalama kampanyası ve nihayetinde verilen mahkumiyet kararı, iktidarın anlayışının en somut göstergesidir. Mesleki ve Anayasal sorumluluklarını yerine getirerek kamusal varlıklarımızı koruyan, Taksim Meydanı’na ve Gezi Parkı’na sahip çıkan arkadaşlarımız, hukuki değil politik gerekçelerle 1 yıldır tutuklu durumdadır.

TOPLUM BASKI ALTINDA

AKP’nin gerici-muhafazakâr politikaları sadece emperyalizmin çıkarları ile değil, neoliberal ekonomi politikalarıyla da uyumlu olarak gelişti. Muhafazakârlık ve İslamiyet, itaatkâr ve kanaatkâr bir toplum inşa etmek için kullanıldı. Yolsuzlukları, ülke kaynaklarının peşkeş çekilmesini, iş cinayetlerini, ırkçı-gerici politikaları sorgulamayacak bir toplum yaratıldı. 

Türkiye’de cemaat ve tarikatlar en görkemli dönemlerini AKP iktidarıyla yaşadılar. Sosyal devlet anlayışının tasfiyesiyle kamusal hizmetlerde yaşanan boşluklar, cemaat ve tarikat bağlantılarıyla dolduruldu. Eğitimden sağlığa, barınmadan sosyal hizmetlere kadar her alan, farklı cemaatler tarafından kontrol edilir hale geldi. Cemaat ve tarikatlar, AKP döneminde birer dinsel oluşum olmanın ötesinde, devasa ekonomik ve sosyal organizasyonlara dönüştüler. 

Kürt Sorunu’nda şiddete dayalı, tasfiyeci, faşizan savaş politikaları ve çözümsüzlük devam ediyor. Kürt halkının sosyal, siyasal, kültürel hakları demokrasi ve insan hakları kapsamında değerlendirilmesi gerekirken çözümsüzlük üreten baskı, şiddet ve güvenlik eksenli politikaların uygulanması, çatışmalı ortamın sürmesine neden oluyor. AKP’nin ülkeyi savaş ortamında seçime götürmek amacıyla Suriye’de yapmaya niyetlendiği operasyonlar, ülkemizde ve bölgede barış umutlarını yok ederken çözümsüzlüğün daha da derinleşmesine yol açacak.

Cumhuriyet tarihinin çeşitli dönemlerinde de ortaya çıkan, suç örgütleri ve mafyanın devlet organlarına yerleştirilmesi ve ekonomiden siyasete kadar geniş bir alanda yetkilendirilmeleri, AKP döneminde zirveye çıktı. Önemli bir ekonomik ve siyasi güce ulaşan mafya ve suç örgütleri, iktidarın bir güvencesi olarak toplumu ve ülkeyi tehdit eder hale geldi.

YAĞMA DÜZENİ

Siyasal iktidarların en önemli görevlerinden birisi, devlet olanaklarının ve ülkenin ortak varlıklarının nasıl ve hangi amaçlarla kullanılacağına karar vermektir. Yıllardır ülkemizi yöneten siyasi iktidar bu tercihini yerli-yabancı sermaye grupları ve hükümet yandaşı kesimlerin çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır.

Reform adı altında yapılan yasal değişikliklerle halkın temel hakları olan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve emeklilik hizmetleri ticarileştirilmiştir. Ülke varlıkları toplumsal çıkarı öncelemeyen yatırımlarla çarçur edilirken, toplumsal kalkınma yerine, insani ve toplumsal değerlerin aşındırıldığı, bireysel çıkarların kamu çıkarlarının üzerinde tutulduğu bir toplumsal yapı yaratılmaya çalışılmıştır.

Başta eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, barınma, beslenme, su, enerji, iletişim ve ulaşım olmak üzere “temel insan hakları” hiçbir biçimde ticarileştirilemez. Enerji, iletişim, sağlık, tarım gibi sektörler, toplumsal mahiyetleri ve yarattıkları toplumsal yararlar göz önünde bulundurularak piyasanın sınırsız sömürüsüne terk edilemez. Toplumsal yaşamı piyasa ilişkilerine göre şekillendiren politikalara karşı, paylaşımcı, dayanışmacı, eşitlikçi, toplumcu, kamucu politikaların geliştirilmesi ortak geleceğimizin yegâne güvencesidir.

Seçimler, neoliberal yıkımın ürünü olan ekonomik kriz koşullarına ve iktidarın dayattığı baskı politikalarına karşı başka bir yaşam, başka bir Türkiye yaratabilmenin yol ayrımı olarak önümüzde durmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında geniş halk kesimlerinin seçimlere katılımının sağlandığı, geniş halk kesimlerinin geleceklerine sahip çıkma iradesinin geliştirildiği bir seçim sürecine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu süreçte, AKP’nin 20 yıllık tahribatını ortadan kaldıracak, ekonomik-sosyal alandaki kayıpları telafi edecek, uyguladığı milliyetçi-muhafazakâr ideolojik saldırının toplumsal izlerini silecek politikalar ortaya koyarken diğer yandan da eski rejimin dışladığı toplumsal kesimleri içeren, laikliği ödün vermeksizin yaşama geçiren, yoksul halk kesimlerinin sorunlarını önceleyen, sanayileşmeyi ve teknolojik gelişimi hedefleyen, çevreci politikaların geliştirilmesi gerekmektedir.

Önümüzdeki dönemde toplumsal muhalefet, kamusallık fikrini yeniden ve eskisinden daha güçlü biçimde mücadele gündeminin merkezine oturtmalıdır. Yeni dönemdeki kamusallık tartışması eşitlikçi, özgürlükçü demokratik bir toplumsal tahayyülün var oluş zemini olarak tanımlanmak zorundadır. Toplumun geniş kesimlerinin katılımcı olacağı bu tartışma, bugün içinden geçtiğimiz karanlığın aşılmasında önemli bir umut ışığı olacaktır.

Yakın zamanlı deneyimlerimiz, toplumsal taleplerin oluşturulması ve seçim sürecinin örgütlenmesi ne denli önemli ise seçim ve sandık güvenliğinin sağlanmasının da o denli önemli ve yaşamsal olduğunu göstermiştir. TMMOB örgütlülüğü, tüm bu süreçlerde toplumsal konumu ve mesleki-teknik birikiminin gereğini yerine getirecek biçimde sorumluluk üstlenmekten kaçınmayacaktır.

MESLEKLERİMİZ DEĞERSİZLEŞİYOR, MESLEKTAŞLARIMIZ YOKSULLAŞIYOR

Ülkemizin içinde bulunduğu çalkantılı durum, toplumsal yaşamımızı olduğu gibi meslek hayatımızı da olumsuz etkiliyor.

Kamuda ve özel sektörde her türlü mühendislik, mimarlık ve şehir planlama hizmetlerini, planlama, projelendirme, uygulama, denetleme işlerini yapan meslektaşlarımız ekonomik kriz koşullarından en çok etkilenen kesimler arasında yer almaktadır.

Uzun yıllardır sistematik olarak uygulanan neoliberal politikalar sonucunda, kamuda çeşitli statülerde çalışan ve farklı ücretler alan mühendis, mimar ve şehir plancılarının ekonomik ve sosyal koşulları, üstlendikleri sorumluluklara ve almış oldukları eğitime uymayan bir düzeye geriletilmiştir. Kamudaki mühendis, mimar ve şehir plancılarının mesleki iş alanları daraltılmıştır.

Kamu çalışanlarının yaşam koşulları ve gelecekleri, iktidarın keyfi uygulamalarıyla belirlenmektedir. Atamalar liyakat temelinde değil, yandaşlık ve keyfiyet temelinde gerçekleştirilmektedir. Çalışanlar, yer ve pozisyon değişimiyle tehdit edilmekte, böylelikle teknik hizmetler için başat önemdeki kamu belleğinin oluşması ve kalıcılaştırılması engellenmektedir.

Kamuda çalışanlar arasında eşit işe eşit ücret, eşit statü tanınmamaktadır. Hem kurumlar arasında hem de en düşük ve en yüksek ücretlerde fark giderek artmış, ücret adaleti ortadan kalkmıştır. Çalışma yaşamı farklı personel tanımlamaları yapılarak örgütsüz, sendikasız bırakılmak istenmektedir. Bu durum, temel özlük haklarında büyük gerileme ve kayıplara neden olmaktadır.

Ücretli çalışan meslektaşlarımızın çalışma koşulları kriz derinleştikçe daha da zorlaşmaktadır. İşten çıkarılma tehdidini her zaman yanı başında hisseden ücretli çalışan meslektaşlarımız kriz koşullarında ilk gözden çıkarılacaklar listesinde bulunuyor. İşsizlik tehlikesi; düşük ücretlerle esnek, güvencesiz ve sağlıksız koşullarda çalışma mecburiyetinin hatırlatıcısı olarak meslektaşlarımız üzerinde açık bir tehdit oluşturuyor.

Ücretlerimiz enflasyon karşısında giderek eriyor ve yaşam standardımız dibe doğru çekiliyor. Sigorta primlerimizin gerçek ücretler üzerinden yatırılmaması ile emeklilik ve sosyal güvence haklarımız da gasp ediliyor. İşsiz kalma, mühendis-mimar-şehir plancısı emeğinin değersizleşmesi ve niteliksiz işlerde istihdam edilme, meslektaşlarımızın en önemli sorunu haline geldi.

Bunlara ek olarak pek çok mühendis, mimar ve şehir plancısı arkadaşımız mesleki yetersizlik sorunları; fazla mesailerde ücret verilmemesi; fazla çalıştırma, iş saatleri ihlali; sosyal hak ihlalleri ve özlük haklarına yönelik sorunlarla yüz yüzedir. Bu durum, mesleklerimizin kamucu özelliklerinin örselenmesine neden olmaktadır.

Nitelikli bir eğitim alan, köklü üniversitelerden iyi derecelerle mezun olmuş birçok genç meslektaşımız, mesleki, maddi ve sosyal tatminsizlik nedeniyle geleceğini yurtdışında arıyor. Bu durumun tersine çevrilmesi, öncelikli beklentilerimiz arasında gelmektedir. Ülkemizin yetişmiş insan istihdamının artırılması ve çalışanların yaşam standartlarının yükseltilmesi gerekmektedir.

MESLEKİ HAKLARIMIZ, MESLEK ONURUMUZ İÇİN OY KULLANACAĞIZ, OYUMUZA SAHİP ÇIKACAĞIZ!

Bizler; mühendisler, mimarlar ve şehir plancıları olarak toplumun gündelik yaşamında gereksinim duyduğu her şeyin üretilmesine yaratıcı bilgisi ve emeğini katan meslek gruplarıyız. Enerjiden haberleşmeye, fabrikalardan barajlara, madenlerden ormanlara kadar bilimin ve tekniğin kullanıldığı her alanda meslektaşlarımızın alın teri bulunmaktadır. Gündelik yaşamı yeniden yaratan ve geleceği inşa eden meslek alanlarımızı savunmak, hayatı ve geleceği savunmak demektir.

Piyasacı, dinci, baskıcı, diktacı, özelleştirmeci uygulamalar tüm alanları olduğu gibi, meslek alanlarımızı, özlük haklarımızı ve örgütlü yapılarımızı da hedef almaktadır. Yıllardır sistematik olarak uygulanan politikalar ve ekonomik tercihler nedeniyle mesleki faaliyetlerimiz değersizleştirilmekte, yeni mezun olan meslektaşlarımız işsizlik sorunuyla karşı karşıya bırakılmaktadır. TMMOB olarak bizim sorumluluğumuz mesleğimizi, meslektaşlarımızı ve ülkemizin çıkarlarını korumaktır. Bu sorumluluk ve bilinçle yürüttüğümüz faaliyetler nedeniyle Birliğimiz hedef alınmaktadır.

Önümüzdeki seçimlerde meslek alanlarımızı ve faaliyetlerimizi değersizleştirmek isteyen anlayışa karşı meslek haklarımız ve onurumuz oylanacaktır. Meslek haklarımız ve onurumuz için oy kullanacağız, oyumuza sahip çıkacağız!

 

BÖLÜM 2: NASIL BİR ÜLKE İSTİYORUZ?

“Nasıl Bir Türkiye?” sorusuna yanıtımızın çerçevesini TMMOB’nin 1973-1980 dönemi Başkanı Teoman Öztürk özlü biçimde dile getirmiştir:

“Mühendis mimarların, teknik bilgi ve becerilerini halkımızın yararına kullanamamaları, ülkenin içinde bulunduğu somut şartların bir sonucudur. Ülkemiz ekonomisi, siyasal yapısı ve bütün üst yapı kurumları, birbirleriyle kaynaşmış olan uluslararası emperyalist tekeller ve yerli sermayenin hâkimiyetindedir. Bu egemen çevrelerin kontrol ettiği tüm yatırımlar ve hizmetler, halkımızın sorunlarının çözümüne yönelik değil, maksimum kâr sağlayacak yeni pazarlar yaratmak yönündedir. Böyle bir sömürü düzeni içinde ülkemizin geri bırakılmışlıktan kurtulacağını ve tüm çalışanların yaptığı hizmetlerin ve yarattığı değerlerin halkımıza ulaşacağını sanmak kendimizi aldatmak olur. Emeğimizin halkın hizmetine girebilmesi, ülkemizin her alanda bağımsızlığını kazanmasına, sömürüye dayanan düzenin sona ermesine bağlıdır. Geleceğimiz, üretim güçlerinin özgürce gelişebileceği, kafa kol emeği arasında farklılaşmanın olmadığı, emeğin yabancılaşmadığı bir düzene kavuşabilmemize bağlıdır. Geleceğimiz için öngörülerde bulunabilmek, programlar oluşturabilmek ve hayata geçirebilmek, geçmişi iyi yorumlayıp günümüzü iyi tahlil ederek dünyada ve ülkemizdeki durumun irdelenmesi ve geleceğin tasarlanması ile mümkündür.”

Bu sözlerde, mevcut durum çözümlenerek dün, bugün ve geleceğe ilişkin mücadeleci bir yöntem ve çizgiye vurgu yapılmakta, “Emeğimizin halkın hizmetine girebilmesi”nin koşulları açıklanmaktadır.

TMMOB bu çerçeveden hareketle ülkemizdeki anayasal düzenin ve toplumsal yaşamın aşağıdaki gibi düzenlenmesini önermektedir.

ANAYASAL DEMOKRATİK DÜZEN VE DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ İÇİN:

Bugün ülkemizin en önemli sorunu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen “Tek Adam” rejimidir. Tek adam rejimi altında ülkemiz, anayasa ve yasalar hiçe sayılarak fiili bir Olağanüstü Hal’le yönetilmektedir. Demokratik bir ülke için ihtiyacımız olan ilk şey Tek Adam rejiminin ortadan kaldırılarak, halk egemenliği, güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü esasına dayalı bir anayasal demokratik düzenin tesis edilmesidir.

• Ülkemizi yaşanmaz hale getiren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yerine halk iradesine, halk egemenliğine ve güçler ayrılığına dayalı çoğulcu bir demokratik rejim kurulmalıdır.

• Tüm toplumsal ve siyasi oluşumların katılımının sağlandığı, tüm kimliklerin güvence altına alındığı, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir anayasa yapılmalıdır.

• Halkın yönetime her düzeyde demokratik katılımıyla toplumsal ve siyasal hakları güvence altına alan; halk egemenliğine ve örgütlü topluma dayalı demokratik düzenin kurulmasını sağlayan bir anayasa benimsenmelidir.

• Hukukun, anayasanın, demokratik yasama süreçlerinin üstünlüğünün; adaletin, sosyal hukuk devletinin, laikliğin, barışın, eşit yurttaşlığın her düzeyde benimsendiği ve her tür ayrımcılığın ortadan kaldırıldığı bir anayasal düzen tesis edilmelidir.

• Yasama, yürütme, yargı süreç ve güçlerinin ayrılığı sağlanmalı, yasama ve yargının yürütme üzerindeki fren-denetleme-denge mekanizmalarının etkin olarak işletilmesi sağlanmalıdır.

• Yargı bağımsızlığını sağlayacak önlemler alınmalıdır.

• Cemaat, tarikat ve çeteler gibi hukuk dışı yapıların ve siyasal odakların yargıyı yönlendirmeye yönelik girişimleri engellenmeli, cezalandırılmalıdır.

• İdarenin bütün kararları ve eylemleri yargı denetimine tabi olmalıdır; yargı denetimi “devlet sırrı” gibi gerekçeler de dahil olmak üzere hiçbir şekilde sınırlanmamalıdır.

• Siyasi iktidarların yargıya müdahalesi önlenmeli, savcı ve yargıç bağımsızlığı mutlaka sağlanmalıdır.

• Bağımsız, etkin ve hızlı bir yargılama sistemi kurulmalıdır.

• “Görev-yetki-sorumluluk-hesap verme”nin bir bütün olarak benimsendiği bir işleyiş kurulmalıdır.

• Seçimler ve siyasi partiler yasaları ile Meclis İç Tüzüğü demokratikleştirilmeli; temsilde adaleti ortadan kaldıran, toplumsal eğilimlerin siyasete ve yasama süreçlerine yansımasını engelleyen seçim barajı uygulaması tümüyle kaldırılmalı, partilerin iç işleyişi demokratikleştirilmeli, meclis en üst ve tek yasama organı olarak işlev kazanmalı ve iç işleyişi demokratikleştirilmelidir.

• Hak arama yollarının önündeki tüm engeller kaldırılmalı; insan hakları ihlalleri durdurulmalı; temel insan hak ve özgürlükleri güvence altına alınmalı; düşünce, ifade, örgütlenme, basın özgürlükleri geliştirilmelidir.

• Meslek kuruluşları ile toplumsal örgütlenmelerin iktidarlardan özerklikleri sağlanmalıdır.

• Mesleklerini icra eden mühendisler, mimarlar, şehir plancılarını izleyen ve sicillerini tutan kurum olarak TMMOB, mesleğimize ve meslektaşlarımıza yönelik eğitimden uygulamaya dek tüm tasarrufların odağında olmalı; kamusal hizmet ve kamusal denetim işlevleri geliştirilmeli, güçlendirilmelidir.

• Ülke-kamu-toplum yararı, kamusal üretim-hizmet ve denetim, planlama-kalkınma-toplumsal refah bütünlüğü, tam istihdam, insanca çalışma-insanca yaşam ve hakça paylaşım temel alınmalıdır.

• Kürt sorunu demokratik barışçıl bir yaklaşımla/yöntemle çözülmeli, ülkemizdeki farklı etnik kökenlere sahip yurttaşların anayasal güvence altında eşit ve kardeşçe bir arada yaşamaları sağlanmalı, ırkçı, şoven, ayrımcı, linççi politikalar mahkûm edilmelidir.

• Eğitim demokratikleştirilmeli, laikleştirilmeli, her kademede eşit ve parasız olmalı, üniversitelere bilimsel ve yönetsel özerklik sağlanmalıdır.

• Kadınlar ve çocuklar üzerindeki sömürü ve saldırılar tüm boyutlarıyla yok edilmeli, kadın ve çocuk haklarına özenle sahip çıkılacak bir hukuksal ve toplumsal ortam yaratılmalıdır.

• Engelliler toplumsal yaşama çekilmeli, her yönüyle insanca yaşam koşullarına kavuşturulmalıdır.

• Kültürel, sanatsal, toplumsal yaşamı ticarileştiren ve gericileştiren uygulamalara son verilmelidir. İnsanlarımızın yetenek potansiyellerini açığa çıkarıp geliştirecek; insandan, demokrasiden, sanayileşmeden, planlama ve kalkınmadan, ülkemizin çıkarlarından, bilimden, aydınlanmadan ve laiklikten esinlenecek kültürel, sanatsal, sosyal faaliyetlerin toplumsal ölçekte yaygınlaştırılması sağlanmalıdır.

• Kamu hizmetleri yurttaşlarımıza bedelsiz olarak sunulmalıdır.

• Milli Güvenlik Kurulu kaldırılmalı, bugüne kadar yapılan toplantı tutanakları ve gizli yönetmelikleri açıklanmalıdır.

• Ordu, iç güvenlikle ilgili görev üstlenmemelidir.

• Türk Ceza Kanunu yeniden düzenlenmeli, başta Terörle Mücadele Kanunu olmak üzere düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan bütün yasa, yönetmelik ve uygulamalar kaldırılmalıdır.

• Bütün yurttaşların hak arama özgürlüğü, tek tek ya da topluca, idari, adli ve anayasal yargıya başvurma hakkı sağlanmalı, bu hakkı sınırlayan tüm yasal düzenlemeler ve bu hakkın kullanılmasını caydırıcı bütün uygulamalar iptal edilmelidir.

• Toplumdaki bireylerin yasalar önünde eşitliğini zedeleyen ve ayrıcalığa olanak tanıyan tüm düzenlemeler iptal edilmelidir.

• Bilişim teknolojilerinden özgürlükleri geliştirici, yönetim ve karar alma süreçlerine doğrudan katılımı sağlayıcı yönde yararlanılmalı; bilişim ve iletişim teknolojileri, demokratik yaşam biçiminin temel aracı olarak değerlendirilmelidir.

• Bilişim teknolojileri, yurttaşlara saydam, nitelikli, düşük maliyetli, hızlı kamu hizmeti sunmak üzere kullanılmalı; yurttaşlar, teknolojinin sağladığı olanaklarla kamu hizmet süreçlerinin iyileştirilmesi ve denetlenmesinde katılımcı olabilmelidir.

• Sosyal ağlar, toplumsal istemleri ve tepkileri dile getirme, bilgiyi paylaşma ve bilgiye ulaşma özgürlüğü gibi demokratik hakların kullanılabildiği ortamlar olmalı; “dezenformasyonla mücadele” adı altında yaptırımlar getiren sansür, erişim engellemesi, bant daraltma gibi kısıtlayıcı düzenlemeler iptal edilmelidir.

BAĞIMSIZLIK VE BARIŞÇI DIŞ POLİTİKA İÇİN:

Demokrasinin tüm boyutlarıyla tesis edilebilmesi için emperyalizme bağımlılıktan kopuş, tam bağımsızlık şarttır. Emperyalist politikaların ekonomik, toplumsal, politik, kültürel vb. tüm alanlardaki yıkım ve tahribatlarından kurtulmak, tarihsel ve güncel bir hedef olmalıdır.

• ABD, AB, Dünya Bankası, IMF vb. emperyalist devlet, birlik ve kuruluşların dayattıkları üretimi, yatırımı, sanayileşmeyi, bilim ve teknolojiyi saptıran, halkımızı sömüren ve yoksullaştıran, bölgesel eşitsizlikleri sürekli olarak yeniden üreten ekonomik-sosyal politikalar reddedilmeli; ülke, kamu, halk çıkarlarını temel alan bağımsız bir Türkiye hedeflenmelidir.

• Ülke ekonomisinin Avrupa Birliği, IMF, Dünya Bankası, OECD, Dünya Ticaret Örgütü vb. uluslararası kuruluş ve anlaşmaların güdüm, tavsiye ve denetiminde yönlendirilmesine ve dış borçlanmalara son verilmelidir. Dış ve iç borçlar faizleriyle birlikte reddedilmelidir.

• NATO’dan ve tüm emperyalist platformlardan çıkılmalıdır. ABD askeri üsleri kapatılmalı, ikili askeri anlaşmalar iptal edilmelidir. Bağımsızlığa zarar verecek hiçbir uluslararası anlaşma yapılmamalı; yapılmış olan mali, diplomatik, askeri, siyasi anlaşmalar iptal edilmelidir. Ülkemizin bağımsızlığı her şeyin üstünde tutulmalı, yeraltı ve yerüstü tüm kaynakların tek ve gerçek sahibinin halkımız olduğu tartışmasız kabul edilmelidir.

• Türkiye bütün komşularıyla saldırmazlık anlaşmaları imzalamalı; dış politika, yurtta barış dünyada barış, bölgede barışı esas almalıdır.

• Maceracı, yayılmacı ve teslimiyetçi dış politikalara son verilmelidir. Halkları birbirine düşman eden, iç ve dış barışı tehdit eden politikalar terk edilerek halkların kardeşliği, dostluğu ve dayanışmasını geliştiren bir politika esas alınmalıdır.

• Dünya silah tekellerinin ve ülkemizdeki militarist öbeklerin çıkarlarına hizmet eden silahlanma ve askeri harcamalar kısılmalı; ilgili fonlar bayındırlık, eğitim, sağlık, enerji gibi kamu hizmetlerine aktarılmalıdır.

• Ülkemiz kaynak ve varlıklarının uluslararası tekellerle iş birliği yapılarak ve yandaş rantiyeye sunularak yağmalanmasına son verilmelidir.

GERÇEK BİR LAİKLİK İÇİN:

Laiklik ve laik eğitim mücadelesi sadece çocuklarımızın geleceğini değil, tüm ülkenin geleceğini savunmaktır. Laiklik, toplumsal muhalefetin en önemli talebi olmak zorundadır. İlerici toplumsal muhalefet bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hiçbir tereddüt göstermeden laikliği inşa etmek, geleceğimizi bilimsel değerler ışığında inşa etmek için mücadele etmelidir.

• Hiçbir din, mezhep ve inanç devletçe benimsenmemeli ve kayırılmamalıdır.

• Temel eğitimde zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır.

• İmam hatip liseleri kapatılmalıdır.

• Laikliğe aykırı bütün düzenleme ve uygulamalar iptal edilmelidir.

SEÇİMLERİN DEMOKRATİKLEŞMESİ İÇİN:

• Seçim sistemi “temsilde adalet” ilkesi çerçevesinde düzenlenerek demokratikleştirilmeli, Seçim Kanunları değiştirilmeli, seçimlere katılan partilerin aldıkları oy oranında parlamentoda temsili sağlamalı, baraj uygulaması kaldırılmalıdır.

• Seçimlere katılan partilere eşit koşullar tanınmalı, her türlü antidemokratik uygulamaya son verilmelidir.

• Seçim harcamaları ve kaynakları seçimlerden önce açıklanmalı, yargı ve seçmen denetimine tabi tutulmalıdır.

• Partilerde adaylar önseçimle belirlenmeli, önseçimlerde delege sistemi yerine doğrudan temsil uygulanmalıdır.

• Seçenlere, seçilmişleri/seçtiklerini görevden alma hakkı verilmelidir.

• Yüz kızartıcı suçlar dışında bu ülkede yaşayan hiç kimsenin, siyasi nedenlerle seçme ve seçilme hakkı sınırlandırılmamalıdır.

• Yüksek Seçim Kurulu’nun Anayasa’ya, yasalara ve evrensel hukuk kurallarına aykırı keyfi kararların önünde geçecek kurumsal-hukuksal tedbirler alınmalıdır.

KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN:

Ülkemizin en önemli sorunlarından birisi olan Kürt Sorunu’ndaki çözümsüzlük, başta demokratikleşme ve toplumsal barış olmak üzere pek çok temel sorunu da etkilemektedir. Kürt Sorunu’nun çözümü ülkemizin en önemli ihtiyaçlarından birisidir.

• Kürt kimliği tanınmalı, Kürt dili ve kültürünün özgür gelişimi önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. Türkiye’de yaşayan ve etnik temeli, dini, dili, kültürü, mezhebi ne olursa olsun herkesin anayasal yurttaşlık temelinde eşit haklara sahip olması sağlanmalı, kültürlerini yaşatma ve geliştirmeleri anayasal güvence altına alınmalıdır.

• Kürt sorununun tartışılması ve çözümünü engelleyen, düşünceyi ifade etme ve örgütlenme özgürlüğü önünde engel oluşturan tüm yasalar ve psikolojik engeller kaldırılmalı, birincil ve ikincil mevzuat değişiklikleri yapılmalıdır.

• Demokrasinin yerleşmesi için Türkiye’nin taraf olduğu bütün uluslararası sözleşmeler iç hukuka yerleştirilmelidir.

• Zorunlu göçlerle köyünü, yöresini terk etmek zorunda bırakılan herkesin tüm maddi kayıpları eksiksiz olarak tazmin edilmeli; can ve mal güvenlikleri sağlanarak özgürce geri dönüşlerinin koşulları yaratılmalı, teşviklerle üretim sürecine yönelmeleri sağlanmalıdır.

• Kalıcı barışın sağlanması için tüm siyasi tutuklulara genel af çıkarılmalı; seçilmiş belediye başkanları, kitle örgütü temsilcileri, siyasetçilerin tutuklanmasına yönelik vb. tüm baskılar durdurulmalıdır.

• Savaş ortamında gelişen çeteler ortaya çıkarılmalı, faili meçhul cinayetler aydınlatılmalı, tüm failleri yargılanmalıdır.

• Bölgenin ekonomik ve sosyal yönden gelişimini sağlayıcı politikalar ivedilikle yaşama geçirilmelidir. Bölgenin kalkınması ekonomik ve sosyal açılardan planlanmalı, kamu etkin bir şekilde devreye girmelidir. Bölgeye yönelik kamu harcamaları ciddi bir şekilde artırılmalıdır. Kamu iktisadi işletmeciliği yaşama geçirilmeli, merkezi bir planlama dahilinde kamu eliyle sanayileşme süreci başlatılmalıdır.

EKONOMİNİN ÜLKE ÇIKARLARI VE TOPLUMSAL GEREKSİNİMLER DOĞRULTUSUNDA ÖRGÜTLENMESİ İÇİN:

Ülke olarak yaşadığımız ekonomik ve sosyal erozyonu telafi edebilmek için toplumsal muhalefet, kamusallık iddiasının da taşıyıcısı, bayraktarı olmak zorundadır. Neoliberal sömürü politikalarıyla sermayenin yağmaladığı tüm işletmeler yeniden kamusallaştırılmalı, bu işletmelerin yönetimleri emekçilerin ve ilgili emek-meslek örgütlerinin kolektif katılımıyla demokratikleştirilmelidir.

• Ülkemizdeki tüm ilişkiler ve yapılar insandan, emekten, doğal çevrenin korunmasından yana olan üretim, kalkınma ve sanayileşme politikası çerçevesinde yeniden düzenlenmelidir.

• Demokratik, katılımcı, çağdaş, laik, halkımızın çıkarlarını gözeten, insanı öne çıkaran, üreten, sanayileşen, hakça bölüşen bir ülke yaratılmalıdır.

• Ekonomi; serbestleştirme, özelleştirme, ticarileştirme, azami kâr, rant yağması dürtülerinden, sermaye hareketlerinin serbestliği-faiz-döviz kuru/devalüasyon-enflasyon ağından kurtarılarak toplumsal gereksinimler için bir ekonomi kimliğine kavuşturulmalıdır.

• Ülkemizin zengin kaynaklarını ülke, kamu ve toplum yararına değerlendirecek orta ve uzun erimli ulusal stratejiler benimsenmelidir.

• Ülkemizin kalkınma stratejileri, sınai ve tarımsal kalkınma, ulusal bilim, teknoloji ve yenilenme politikaları temellerine oturtulmalıdır.

• Rant ve kayırma ekonomisi terk edilmeli; planlı, üretime, istihdama, dengeli kalkınmaya dayalı bir ekonomik anlayış benimsenmelidir.

• Merkezi planlama yeniden tesis edilmeli; ulusal, bölgesel, sektörel ölçeklerde kalkınma-planlama uygulamasına geçilmelidir.

• Bölgeler arası dengeyi kuracak, gelirin adil bir biçimde kalkınmada öncelikli yörelere dağıtılmasını sağlayacak, sanayinin gelişmesini ve ekonomik büyümeyi en geniş toplumsal tabana yayacak, refah ve istihdam yaratacak, kamu yararına bir yatırım ve üretim planlaması yapılmalıdır.

• Ulusal bilim, teknoloji ve yenilenme politikaları temelinde insan ve doğal kaynaklarımızı üretime yönlendirecek bir kalkınma stratejisi benimsenmeli, tüm sektörlerde stratejik planlar oluşturulmalıdır.

• AR-GE destekleri kamusal-toplumsal yarar içerikli olarak yeniden düzenlenmelidir.

• Sanayi katma değerini, ekonominin tüm sektörleriyle dengeli bir biçimde artırarak yüksek katma değerli ürünleri üretebilecek alt sektör ve teknolojiler desteklenmelidir.

• Yerli yatırımcı özendirilmeli ve korunmalıdır.

• Yabancı yatırımlara kalkınma stratejilerimize uygunluğu, halkın refahının yükseltilmesi, bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi, teknolojik gelişmemize katkısı temel alınarak izin verilmelidir.

• Kamu kaynakları üretime, yatırıma, istihdama ve sosyal devlet harcamalarına yönlendirilmelidir.

• Kamu girişimciliğinin önündeki engeller kaldırılmalıdır.

• Kamu kuruluşları, topluma hizmet anlayışıyla yeniden yapılandırılmalıdır.

• Serbestleştirme ve özelleştirmeler durdurulmalı, özelleştirilen kuruluşlar kamulaştırılmalı, özelleştirme süreçlerinde parçalanan kurumlar yeniden birleştirilmelidir.

• Enerji sektöründeki tüm imtiyazlar iptal edilmeli, bu imtiyazları vermek için oluşturulan kurullar dağıtılmalı, dışa bağımlı enerji politikalarından vazgeçilerek yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik verilmelidir.

• Kamu ihaleleri usulsüzlük, kayırmacılık, yolsuzluk ve ranttan arındırılmalıdır.

• Kamu kaynak, varlık ve arazileri, bütçe açıklarını kapatmak veya Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinin yürütücüsü yandaş ve yabancı sermaye güçlerine sunulmamalı, yurttaşlarımızın eşit bir şekilde yararlandırılacağı düzenlemelerle kamu elinde tutulmalıdır.

• Ulaştırma sektörü toplu taşımacılığa yönlendirilmeli, demiryolu ve denizyolu ağırlıklı yapılanma ivedilikle oluşturulmalıdır.

• Adil bir gelir dağılımı sağlanmalı, vergilerde gelir ve servet esas alınmalı, yüksek gelir grupları lehine vergi afları son bulmalı, finansal işlemler ve faiz gelirleri vergilendirilmeli ve bu vergiler artırılmalıdır.

• Çalışanların vergi yükleri azaltılmalı; halkı bunaltan dolaylı vergiler düşürülmelidir.

• Bütçeler yatırım, sosyal devlet gereklilikleri ve toplumsal gereksinimler esas alınarak düzenlenmeli, paralel bütçeler, örtülü ödenek, Kredi Garanti Fonu ve ülkemizi yoksullaştıran Varlık Fonu uygulamaları son bulmalıdır.

PARASIZ EĞİTİM-ÖZERK, BİLİMSEL, DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE İÇİN:

Eğitim, bir ülkenin geleceğinin şekillendirilmesinde en önemli konulardan birisidir. Son 21 yılda en fazla değişiklik eğitim alanında yapılmıştır. Bu değişikliklerin amacı, düşünen, araştıran, sorgulayan, fikir üreten, hesap soran bir toplum yerine, dinsel dogmatizmi esas alan muhafazakâr bir toplum inşa etme çabalarıdır. Ülkemizde verilen diğer tüm kamusal hizmetler gibi, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğinde büyük etkiye sahip olan eğitim sistemimiz de içerisinde hem yapısal hem de politik sorunlar barındırmaktadır.

• Haksız hukuksuz biçimde ihraç edilen akademisyenler görevlerine döndürülmelidir.

• Üniversitelerin akademik özgürlüğü ve özerkliği sağlanmalı, üniversiteler katılımcı demokratik bir işleyişe sahip olmalıdır. Akademik personel, idari personel ve öğrencilerin asli unsurlarını oluşturduğu üniversitede, tüm karar organları bu unsurların katılımıyla aşağıdan yukarıya doğru seçimle ve sürekli katılım mekanizmaları ile güçlendirilerek demokratik bir özyönetim oluşturulmalıdır. Seçilmiş, yetkili ve sorumlu kurullar ile her düzeyde katılım ve denetime açık bir perspektif benimsenmelidir.

• Akademisyenler üzerindeki yayın ve puan baskısının sona erdirilmeli, tüm akademisyenler hak ettiği kadroya atanmalıdır.

• TMMOB üniversitelerde mühendislik, mimarlık ve şehir planlamacılığı ile ilgili öğrenimin planlanması, yeni fakülte ve bölümlerinin açılması, eğitim programlarının oluşturulması, kontenjanlarının belirlenmesi süreçlerinde yer almalı, görüş, öneri ve onayı alınmalıdır. TMMOB mühendislik, mimarlık ve şehir planlama ile ilgili bölümlerde verilen eğitim-öğretimin hakem ve denetleyicisi olmalıdır.

• Çok sayıda niteliksiz mühendis, mimar, şehir plancısı yetiştirmek ve yine çok sayıda donanımsız üniversite ve bölüm açmak politikası terk edilmeli, ülkenin gereksinim duyduğu nitelikte insanlar yetiştirilmelidir. Gereksinim doğrultusunda yeterli eğitim kadrosu, kütüphane, derslik, laboratuvar, yurt vb. altyapısı tamamlanmış kuruluşlar oluşturulmalı; şimdiye kadar açılmış bulunan üniversitelerin eğitim düzeyi artırılmalı, kalite eşitsizliği ortadan kaldırılmalı, oluşturulacak eğitim standartları doğrultusunda denetimler yapılmalıdır.

• TMMOB ve Odalar, mesleki yeterliliğin belgelendirilmesine yönelik meslek içi eğitimi, mesleki davranış ilkelerini de içerecek biçimde planlar, lisans eğitimini dikkate alarak uygulama alanlarına ilişkin eğitimi hizmet olarak gerçekleştirirler, bu eğitimin ortak konularını programlarlar, ders notlarını hazırlarlar ve eğitimlerini sağlarlar. TMMOB’nin bu işlevinin mesleki eğitime katkı için sürdürülmesinin önünde hiçbir engel olmamalıdır.

• Yükseköğretim kurumları yönetici, öğretim elemanı ve memurları disiplin yönetmeliği, üniversitelerde akademik özgürlüğün oluşmasının önündeki engeller arasındadır ve katılımcı bir modelle yeniden düzenlenmelidir.

• Eğitim-öğretim politikalarının sermaye isteklerine göre yapılandırılması uygulamalarından vazgeçilmelidir.

• Toplumsal eşitsizliğin her çeşidini sürekli ve sistemli olarak yeniden üreten eğitim yapısı terk edilmeli; üniversiteler bilimsel bilgiyi üretme mekânları olmalıdır.

• Öğrenciler, ilk ve ortaöğretimden başlayan üniversite giriş sınavına endeksli eğitim sonucunda düşünme ve tartışma yeteneklerini yitirmektedirler. Öğretim ve sınav sisteminin bilgi depolamaya yönelik oluşu öğrenciyi ezbere zorlamakta, düşünsel gücü aşındırmaktadır. Üniversite öncesi eğitim-öğretim; laik, demokratik, çağdaş ve bilimsel ilkelere göre tepeden tırnağa yeniden yapılandırılmalıdır.

• Herkes için her düzeyde parasız, eşit ve nitelikli eğitim olanakları sağlanmalı, bu kapsamda eğitime ve bilimsel araştırmalara ayrılan pay artırılmalı; harç, ikinci öğretim, yaz okulu gibi uygulamalar kaldırılmalıdır.

• Zorunlu din dersi kaldırılmalı, herkese anadilinde eğitim olanağı sağlanmalı, şoven ve asimilasyoncu eğitime son verilmeli, müfredattaki ırkçı, cinsiyetçi, militarist, dinci yaklaşımlar ayıklanmalıdır. Başta eğitim sistemi olmak üzere toplumu gericileştiren tüm uygulamalara son verilmelidir.

• Okullar ve üniversiteler demokrasi kültürünün kazanıldığı, yerleştiği ve geliştiği kurumlar haline getirilmeli; eğitim kurumlarında sendika, dernek, oda, birlik vb. oluşumların özgürce örgütlenmesinin önündeki engeller kaldırılmalı, bu yapılar karar mekanizmalarında yer almalıdır.

• YÖK tasfiye edilmeli, üniversite sisteminin planlama ve koordinasyonu seçilmiş üniversite temsilcilerinden oluşan bir kurula bırakılmalı; üniversiteler akademik, yönetsel ve mali özerkliğe kavuşturulmalı; tüm yönetim organlarında öğretim elemanı, öğrenci, çalışan temsilcileri söz ve karar sahibi olmalı; akademik kararlar akademik topluluğun tüm üyelerinin olabildiğince eşit katılımıyla alınmalıdır.

• Polis ve özel güvenlik, üniversitelerden çıkarılmalıdır.

• Planlamacı bir anlayışla, toplumsal gereksinimleri, üretimi, istihdamı, yaşam boyu öğrenimi, ülkenin bilim ve teknoloji yeterliliğinin güçlendirilmesini temel alan ulusal eğitim politikaları benimsenmelidir.

• Mühendislik, mimarlık ve şehir planlama eğitiminin bilimsel gereklerine ters bir biçimde müfredata konan ve eğitiminin piyasalaştırılması anlamına gelen “uzaktan eğitim” ve mühendislik mesleğinin bilimsel özgüllüklerini hiçe sayan “teknoloji fakülteleri” uygulamalarına son verilmelidir.

• Mühendislik, mimarlık ve şehir planlama eğitim ve öğretim programları çağdaş teknolojiye ve bilim politikalarına uygun olarak yeniden düzenlenmelidir.

• Öğrenci sağlık sigortası uygulamasına geçilmelidir.

• Üniversite çevrelerinde üniversite olanakları kullanılarak oluşturulan teknoloji bölgelerinde öğrencilerin ucuz işgücü olarak kullanılmasına son verilmelidir.

• Lisans eğitimi meslek içi eğitim programlarıyla sürekli desteklenmelidir.

• Mühendislik, mimarlık ve şehir planlama lisans eğitimlerinin tamamlayıcısı olan stajların niteliğini artıracak düzenlemeler yapılmalı; stajlar, çok disiplinli uygulamaları içerecek biçimde yapılandırılmalı; staj yapan öğrenciler sosyal güvenlik kapsamına alınmalı; staj süreleri, öğrencilere bilgi ve becerilerini kullanma ve işyeri deneyimi edinme olanağı sağlayacak şekilde tanımlanmalıdır.

• Çocuklarımızın, gençlerimizin eğitim dışında kalmasını önleyecek düzenlemeler yapılmalı, eğitime katılım oranı artırılmalı, okul öncesinden üniversiteye kadar her aşamada kesintisiz eğitim olanağı sağlanmalıdır.

KALKINMA, SANAYİLEŞME, TAM İSTİHDAM VE TOPLUMSAL REFAH BÜTÜNLÜĞÜ İÇİN:

• Bağımsızlık ve toplumsal refah için planlama, kalkınma, sanayileşme, demokratikleşme perspektifi benimsenmeli, bilim ve teknolojiye gereken önem verilmeli, rant ve kayırma ekonomisinden çıkılmalı, üretim ekonomisine yönelik uygulamalar yaşama geçirilmelidir.

• Planlama, sanayileşme ve kalkınma birbirinden ayrılmaz bir üçlüdür. Bu kavramlar yalnızca sanayideki teknolojik gelişmeler ya da üretim sürecindeki bazı gösterge ve katma değer artışları ile tanımlanamaz. Sanayileşme ve kalkınma “toplumsal kalkınma” anlayışı içinde, planlı bir yaklaşımla tarım, gıda, çevre, enerji, bilim, teknoloji, istihdam, sağlık, eğitim, gelir, bölüşüm ve tüm diğer alanlara yönelik politikalarla bir bütünlük içinde ele alınmalıdır.

• Bugün her şeyden önce ülke ekonomisi ve sanayinin planlanması zorunlu hale gelmiştir. Bu planlama kamu yararına, çalışanların gelir dağılımını düzeltecek, işsizliği ve yoksulluğu ortadan kaldıracak, sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmayı sağlayacak, refahı kitlesel olarak yayacak ilke ve araçları kapsamalıdır.

• Planlama ve kalkınma odaklı çalışmalar üniversite, sanayi, meslek odaları ve sektör kuruluşlarını da kapsayan geniş bir platformda tartışılmalı, uygulama önerileri birlikte geliştirilmelidir.

• Ülkemizin kaynakları küresel güçlerin baskısından bağımsız bir şekilde değerlendirildiğinde, Türkiye küresel rekabette yer alabilecek potansiyele sahiptir. Öz kaynaklara dayalı üretimi, bilimi ve teknolojiyi esas alan, AR-GE ve inovasyona ağırlık veren, dış girdilere bağımlı olmayan, istihdam odaklı ve planlı bir kalkınmayı öngören sanayileşme politikaları uygulandığında durum değişecektir. Sanayi yatırımlarında daha rasyonel seçimlerin yapılabileceği, ülkenin doğal kaynaklarının daha iyi değerlendirilebileceği, işgücünün niteliği artırılarak, istihdam odaklı, yüksek katma değerli, öncelikli sektörleri destekleyen, bölgesel farklılıkları azaltan, dengeli bir sanayi yapısı hedeflenmelidir.

• Ülkemizin mühendislik birikimi, AR-GE ve teknolojik gelişmenin önemli bir planlama öğesi olarak değerlendirilmelidir.

• Kırsal alanlardan göçün önlenmesi için bölgesel eşitsizlikleri giderecek biçimde tarım, hayvancıl